Mutluluğun Peşinde

“Yaraların, ışığın içeri girdiği yerdir. Seni acıtan her şey seni aynı zamanda aziz eder. Karanlık, senin aydınlatıcı mumundur.” — Hz.Mevlana

Aykut Gül
8 min readAug 25, 2022
Foto: Aditya Chinchure / Unsplash

Mutluluk konusunda yazılan binlerce kitap, yapılan yüzlerce film ve diğer sayısını bilemediğimiz fiziksel ve dijital ürünler mevcut. Sadece Google aramasında 44 milyondan fazla sonuç alıyorsunuz.

Başlıktaki “Mutluluğun Peşinde” ifadesini Will Smith’in başrol oyuncusu olduğu “Pursuit of Happiness” filminden esinlenerek kullandım. Her ne kadar “Umudunu Kaybetme” olarak Türkçe’ye çevrilmiş olsa da… “Mutluluğun Peşinde” ismiyle ülkemizde bir çok film ve kitap da bulunmakta.

Arthur Schopenhauer, “Hayatın Anlamı” adlı eserinde, “Hiçbir insan mutlu değildir; bütün hayatı boyunca hayali bir mutluluk peşinde koşup durur, onu nadiren ele geçirir ve ele geçirse bile, geçirmesiyle birlikte bir yanılsamadan, bir düş kırıklığından başka bir şey kalmayacaktır geride” diyerek mutluluğu hayatın anlamı olarak görenlerin varacakları sona işaret eder.

Hayatlarını tamamen mutlu olmaya adayan insanlar, bunun için çabaladıkça daha mutsuz olmakta, dahası çekilen acılar büyümekte. “Ne kadar çok insan, sırf mutlu olmaları gerektiğine inandıkları için mutsuz oluyordur acaba?” (Wilhelm Schmid)

Modern toplumlarda, her an mutlu olmak bir başarı göstergesi haline gelmekte, neredeyse mahalle baskısı şeklinde kişilerin üzerinde hissedilmekte. İnsanlar mutlu olmasalar bile mutlu görünmek zorundalar yaşadıkları toplumda. Çünkü mutlu görünmek güçlü görünmektir bu anlayışta. Değerler, paylaşmak, dostluk ve benzerleri, bu bakış açısında yer bulamaz.

Sorunun kaynağı, mutluluğun takıntı haline gelmesinde… Acıdan uzak kalmaya çalışmak, ölümü, hastalığı akla getirmemek, açlık çekenleri görmezden gelmek, sorunları halının altına süpürmek, bunları ortadan kaldırmadığı gibi nihayetinde daha büyük travmalar olarak karşımıza çıkıyor.

Hayatın bir denge üzerinde olduğunu ve bu dengeyi kaybedenlerin hüsrana uğrayacaklarını daha iyi anlamak için Osho Rajneesh’in sözüne kulak verelim: “Hüzün derinlik verir, mutluluk yükseklik… Hüzün kök verir, mutluluk dallar… Mutluluk, göğe çıkan bir ağaç gibidir; hüzün ise toprağın rahmine inen kökler gibidir. Her ikisine de ihtiyaç vardır ve bir ağaç ne kadar yükselirse giderse, aynı anda o kadar derine iner. Ağaç ne kadar büyükse kökleri de o kadar büyük olacaktır. Aslında her zaman orantılıdır. Bu onun dengesidir.”

Huzurun Peşinde başlıklı Medium yazımda haz, mutluluk ve huzur arasındaki farklılıklara yer vermiştim:

“Haz, saniyelerle; mutluluk ise dakikalarla ifade edilebilir. Oysaki huzurda zaman kısıtı olmaz. Bir ömür boyu da sürebilir. Yeter ki mutluluk bir anlamla birleşsin ve anlamlı hale gelsin.

“İnsan, haz aldığı veya mutlu hissettiği zamanlarda, eğer değerlerine aykırılık varsa huzursuzluğu da yaşayabilir aynı anda. Hazzın doruğunda ama huzursuz…

“İnsan, acı ve üzüntü içindeyken de sonsuz bir huzur duyabilir. Dahası en büyük acıları yaşarken hayatta hiç bir zaman tatmadığı huzuru bulabilir. Bu yine anlam ile bağlantılı.

“Hastanede, sevdiği insanın başında acı çeken, gece-gündüz onun ihtiyaçlarını karşılamak için çırpınan bir kişi, vazifesini yapıyor olmanın huzurunu duyabilir. Çanakkale’de siperden fırlayıp düşman hattına koşan ve az sonra vurulup düşeceği neredeyse kesin olan bir asker, ölüm anında, şehadetin anlam bağlantısının verdiği huzurla doludur. Yusuf Has Hacib’in ifadesiyle, ‘Huzur istersen zahmet ile birlikte gelir. Sevinç istersen kaygı ile birlikte bulunur.’ “

Kritik dönemlerde hayat kurtarabilen antidepresanlar — tıbbi kullanımı dışında — mutluluk hapları değildir, olmamalıdır. Ancak son yıllarda onsuz adım atamaz hale geldi milyonlarca insan…

Foto: Harry Cunningham / Unsplash

Hayatta yüzde yüz mutluluk diye bir yoktur. Aynı şekilde yüzde yüz acı, keder, hüzün, haz, eğlence… Hayat bunların karışımıdır ve önemli olan sizin kafanızda olup bitenlerdir. Olaylara nasıl baktığınızdır. Tolstoy’un dediği gibi, “Mutluluk, yaşadığın hayat tarzında değil, hayata bakış tarzındadır.”

Mutluluk geçicidir. Doğası gereği her daim mutluluk olamaz. Rolf Dobelli’nin “Hatasız Düşünme Sanatı” kitabında bahsettiği hedonik uyum, hayatımızdaki olumlu veya olumsuz deneyimlerin etkisinin uzun sürmediğini ortaya koyar. Dobelli özetle şunları ifade eder: “Kariyerinde basamak yükselmiş insanlar ortalama üç ay sonra tekrar eskisi kadar mutlu ya da mutsuz oluyorlar. Çalışıyoruz, yükseliyoruz, bunun sonucunda daha çok ve daha güzel şeyler alsak da daha mutlu olmuyoruz… Olumsuz durumlarda da aynı… Bir aşk bittiğinde, hastalık veya ölümde ortalama üç ay sonra eski duruma dönüyoruz… Maddi şeylerden sadece kısa süreli etki beklentisinde olun: Araba, ev, loto, altın madalya…”

Mutsuz olma korkusu insanları mutsuz yapıyor. Oysaki önemli olan mutlu bir hayat değil, anlamlı bir hayattır. Hayatın anlamı, hayatı anlamlı kılmaktır (Victor Frankl, Hayatta Anlam Arayışı).

İskandinav ülkeleri, dünya mutluluk endekslerinde sürekli olarak ilk sırada yer alırlar. İlginç olan, dünyada en fazla intiharların da bu ülkelerde görülmesi. Yoksa her şeye sahip olmak, her şeyi sonuna kadar deneyimlemek, tüm haz ve lezzetleri aşırı derecede tüketmek; nihayetinde tükenmişlik sendromuna, hayatın anlamsızlığına ve kendi hayatını sonlandırmaya mı götürüyor?

Aslında cüzi irademizde olan tercihler yapma sorumluluğumuz var. Kısa vadede, bize zor gelen ancak karşılığını uzun vadede elde edebileceğimiz planlı ve disiplinli çalışma, bizi mutsuz ediyor görünebilir. Oysaki uzun vadede bu kez karşımıza derin pişmanlıklar olarak çıkacaktır. Bu demektir ki mutluluğu önceleyerek istenileni elde edemezsiniz. Mutluluk, anlamlı çabalar sonunda kendiliğinden içimize doğan ve sonsuza kadar da sürmeyen bir yan üründür.

Modernist toplumlarda, haz, hız ve aşırı tüketim kültürü yerleştikçe bireyler giderek daha fazla “ben merkezli” oluyor. “Önce ben”, “Hayır diyebilirsen başarırsın” mottoları ile sürekli daha fazla mutluluk peşinde koşan “bencil” insanlara dönüşüyorlar. Bugün kötülerin sayısı artıyorsa nedenini Tolstoy’dan öğrenelim: “Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötüdür.’’ Nelson Henderson’ın da bencil olmamak, veren el olmak konusundaki “Hayatın gerçek anlamı, gölgesinde oturmayı ummadığın ağaçlar dikmektir” sözü de kendi inanç sistemimizde var olan değerleri yansıtır.

“Sadece mutlu olmak istiyorum” diye yazan, haykıran ve hayattaki amacını herkese ilan edenlerden misiniz? En azından çevrenizde sıkça duyduğunuz bir mottodur bu…

Gençlerle yaptığımız toplantılarda, hayatın anlamı konusuna gelindiğinde, büyük çoğunluğun amacının sadece mutlu olmak olduğunu anlıyoruz. Ancak mutluluğu elde edebilmek için anlık zararlı alışkanlıklara, kötü beslenmeye, zorluklardan kaçınmaya ve bağımlılığa kadar bir çok yanlış yola sapıyorlar. Daha fazla güç, daha fazla servet ve daha fazla itibar mutluluğun kaynağı olarak öne çıkmakta ancak paradoksal olarak, bunu sağlayacak azim ve çaba yok denecek kadar az.

Bugün Batının çevre duyarlılığının temelinde yine bu çıkarcı yaklaşım yatmakta. Küresel ısınma başta olmak üzere dünyamızın karşı karşıya kaldığı sorunların temelinde Batı dünyasının aç gözlülüğü varken, karbon emisyonunu azaltma gerekçesiyle sığır varlığını yok ederek yapay eti pazarlamaya çalışan Batılı emperyalistler… Bunun temelinde dünyada kendileri için bir “cennet” oluşturma, diğer ülkeler içinse nüfus azaltma senaryoları ve sefalet söz konusu olmakta… Bu ise Batının yalancı bir mutluluk peşinde, kısa dünya hayatını yalancı bir cennete dönüştürme bahtsızlığıdır.

Sosyal medyanın dışa bakan yüzünde herkes mutlu. Arka planda kalan gerçek dünyada ise ne dramlar yaşanıyor?! Kimse bunun farkında değil.

Karşılaştırma Girdabı başlıklı yazımda sosyal medyanın bu yönünü anlatan bir hikayeye yer vermiştim:

“Bir çift, hafta sonu sinemaya gitmek üzere evden çıkarlar. Karısı geç hazırlandığı için tartışırlar. Yolda trafik yoğunluğu vardır. Adam bir yandan sürücülere bağırırken diğer yandan karısını eleştirmeye devam etmektedir gecikmelerine neden olduğu için. Park yerinde de sorun yaşarlar. Nihayet film başlar ancak berbat bir filmdir. Bu kez kadın, kötü bir film tercihi yaptığı için kocasını suçlar. Zehir olan bir günün sonunda eve dönerler… Bu esnada, arkadaşları olan bir başka çift, güzel bir kahvaltı sonrası sıcak yuvalarında otururken sosyal medyalarına o çiftin ‘patlamış mısır paketleri ile mutlu bir şekilde gülümseyen’ paylaşımları düşer. Kıskanırsınız, evinizin huzurlu atmosferi bir anda bozulur ve eşinizle tartışmaya başlarsınız.”

Anneler, akşama kadar çocuklarının etkinleri peşinde. Defalarca rastlamışsınızdır; yeterince eğlenip eğlenmediği, mutlu olup olmadığı konusunda annelerin çocuklarını hararetle sorguladığına… Akşam eğer çocuklarınızın mutluluk ve haz raporlarını alıyorsanız o gün amacınıza ulaştınız demektir.

Foto: MI PHAM / Unsplash

Bazı yetişkinler ise bu kadarına da katlanamayıp kendi mutlulukları için evlenmemekte, evlense bile çocuk yapmak yerine köpek edinmeyi tercih edinmekte.

Evliliklerde de kriterler çok değişti. Sevgi, saygı, empati, sadakat, dürüstlük, vefa gibi beşeri vasıfların yerini zenginlik, itibar, güç vb ölçütler aldı. Çünkü bunların mutluluk sağlayacağına inanılmıştı. Zaten boşanmak da kolay ve normaldi bu zamanda. Boşanma olmasa bile aynı çatı altında olmak zorunda da değillerdi. Özellikle metropollerde, ayrı hanelerde yaşayan ve hafta sonları bir araya gelen eşlerin sayısı az değil.

Evliklerde, maddi açıdan garantiye alınmış gelecek, güvenli liman ve belki de bir şirket ortaklığı benzeri yapılar ortaya çıkmaya başladı. Yaş, kültürel geçmiş ve servet gibi kriterler açısından birbirinden fersah fersah uzak olan kişilerin kurduğu evlilikler ve yaptıkları evlilik sözleşmeleri, aileleri bir yuva olmanın ötesine taşımakta… Sevgi, saygı, sadakat gibi değerlerin kalmadığı ilişkilerde yaşanan “şiddetli geçimsizlik” konusunda Balsac’ın yaptığı tespit önemlidir: “Sevgi, sevdiğin kişinin mutlu olduğunu gördükçe onun mutluluğu ile mutlu olabilme sanatıdır.” Bunun yanına, Gandhi’nin işaret ettiği dürüstlüğü de mutlaka eklemek gerekir: “Mutluluk; düşüncelerinin, söylediklerinin ve yaptıklarının uyum içinde olmasıdır.”

Dünyanın en zengin yüz insanı, en güçlü on lideri, en başarılı elli işadamı, en iyi akademisyenleri, en zeki insanları… Bunlar dünyanın en mutlu insanları değiller. Hatta ortalamanın altında kaldıkları da söylenebilir. Eski ABD Başkanı ve dolar milyarderi Trump’ın bugünlerde geceleri rahat uyuyabildiğini sanıyor musunuz? Ölümünden sonra bugün bile mucidi olduğu elektronik cihazlarla dijital dünyayı etkileyen Steve Jobs’ın ölmeden hemen önce söylediği sözler? Buna benzer sayısız örnekleri olan ve kariyerinin zirvesindeki insanlar neden mutsuzlar?

Dağın başında her gün yüz koyuna bakmakla görevli bir çobanın mutluluğu — belki de huzur hali demek daha doğru — sanırım çok daha fazladır. Aslında mutluluk tek başına yetersiz kalıyor bir çok beşeri hali açıklamakta. Çobanın dingin, sakin ve bilinçli farkındalık halleri mutluluğun çok ötesinde… Şehirli insanların büyük paralar ödeyerek elde etmeye çalıştıkları özellikler bunlar. Agah Aydın’ın muhteşem tespitinde olduğu gibi, “Mutsuz ve huzurlu bir insan… Mutsuzluğu, eksiklikleri ile barışık olmaktan, huzuru ise bunu bilmekten geliyor.”

Bugünkü sosyal, ekonomik ve çevresel sorunların temelinde insanın bencilleşmesi, maneviyatını kaybetmesi ve bu dünyadan daha çok kâm almak için aşağıların aşağısına düşmesi yatar.

Satın aldıkça, bir şeyleri tükettikçe mutlu olan insanlar. İhtiyaçtan dolayı almayan, özellikle online alışverişlerde, satın al butonuna tıklamanın salgılattığı endorfinin geçici sarhoşluğuna kapılan insanlar… Sonrasında artan kredi kartı yükünün altında ezilen, depresyona giren ve bunu örtmek için yeni mutluluk formülleri arayan zavallılar…

İnsanlar mutlu olduklarında zaman hızlı akar. Mutluluğu çok fazla isteyen bu insanlar, ölümsüzlüğü arzularlar veya uzun yaşamak isterler. Oysaki mutlu oldukları sürece ömürleri de göreceli olarak kısalacaktır. Çünkü zaman hızlı akacaktır. Sıkıntılı zamanlarda ise vakit geçmek bilmez. O halde bu insanların uzun yaşamak için daha az mutlu olmaları gerekir. Bu paradoksal durumu biz ölümlülerin anlaması gerçekten çok kolay değil.

İnanan bir insan içinse dünyada uzun yaşama gibi bir kaygı olmaz. Sonuçta geçici, sıkıntılı ve ağır imtihanların olduğu bir yerdir. Bir an önce ebedi alemde, kendisine nimet verilenlerle, Allah’ın dostları ile birlikte olmak ister. İmam Gazali’nin dediği gibi, “Dil, zikreder; akıl, dilin zikrettiğini düşünür; kalp de sükûne erer, mutmain olur ve huzur duyar.”

Bilelim ki, en büyük mutluluk, Rabbimizin hitabına (Fecr, 27–30) mazhar olabilmektir.

--

--

Aykut Gül

productivity | informatics | learning | agricultural economics | tarım ekonomisi | strateji | eğitim | verimlilik | bilişim | kariyer | kişisel gelişim