Yolculuğu Hissetmek

“Sakin ve mütevazı bir hayat, başarı peşinde koşmanın neden olduğu daimi huzursuzluktan çok daha fazla mutluluk getirir”

Aykut Gül
5 min readNov 12, 2021

--

Hayat bir yolculuktan ibarettir. Bu yolculuğun her anını önemsemeli ve kul olma bilinciyle hareket etmeli. Bizi oyalayacak, çizgimizden saptırabilecek duraklarda fazla zaman kaybetmemeli. Allah dostlarının meclisinin olduğu duraklarda ise onun manevi lezzetinin tadına varmaya bakmalı. Bu anlamda, “Hayat hep kendimize doğru bir yolculuktur.” diyen Kemal Sayar’a kulak vermeli.

Yolculukta fazla yükünüz olmamalı. Maddi, manevi, zihni ve kalbi tüm yüklerden kurtulmalısınız. “Hızlı ve hafif bir şekilde seyahat etmek istiyorsan, bütün düşmanlıklarını, kıskançlıklarını, bencillik ve korkularını geride bırakıp yola hafif bir şekilde çıkmalısın.” (Cesare Pavese)

Esas olan, varış noktasından gözlerimizi ayırmadan yolculuğu sürdürebilmek. Bu yolculuk zannedildiği kadar uzun değil… Bu konuda, TDV Ansiklopedisi’nde Peygamberimizin (sav) tasvirine yer verilir: “Üzerinde uyuduğu hasırın izi yüzüne çıkardı. Bu duruma üzülen sahâbîlerin kendisine bir yatak sağlamaları yönündeki tekliflerini kabul etmemiş, “Dünya ile ne ilgim olabilir ki! Benim dünyadaki durumum ağaç altında bir süre uyuduktan sonra yoluna devam eden yolcunun durumuna benzer” demiştir.”

Karıncanın hac yolculuğu hikayesini hepimiz biliriz. Varamasak da önemli olan yolculuk ve o yolda ölmek… Başarı ise gerçek anlamda, yolda kalabilmek, yolculuğu sürdürebilmekte…

Büyük hayat yolculuğunun içinde küçük küçük sayısız yolculuklar yer alır. Aşağıda bir kaçına örnek vereceğim bu yolculukları birer süreç olarak da niteleyebilirsiniz.

  • Bir yere seyahate çıktığınızda yolculuk mu yoksa gideceğiniz yere bir an önce varmak mıdır öncelikli olan?

Arabayla ailecek seyahat ettiğiniz düşünün. Yolculuğun tadını genellikle çıkartmazsınız, mola bile vermek istemez, çoğu zaman yeme-içmeyi de arabada yaparsınız. Bir an önce hedefe ulaşmak istersiniz. Oysa ki doğayı teneffüs etmek, yerel el sanatlarını incelemek, belki de o yörenin halkına bir merhaba demek o yolcuğu daha anlamlı hale getirecek…

Olabildiğince gezgin olmalı çünkü “Gezgin; bir yere varmak için değil, keşfetmek için seyahat eder.” (Goethe) Bu keşifler artık yeterince yapılmadığı, seyahatlerde bile ekranlara odaklanıldığı için gençlerde ve çocuklarda hayal gücü neredeyse kalmadı. Einstein ise hayal gücünün önemine işaret eder: “Mantık, sizi A noktasından B noktasına götürür. Hayal gücüyse, her yere…”

  • Bir kitabın her bir sayfasını, hatta satırını hissederek okumak mı yoksa kitabın arka kapağına hızlıca varabilmek midir önemli olan?

Sayıya çokça odaklandığımız için bir an önce okunan hedef kitap sayısına ulaşmak istersiniz. Onlarca kitabı bitirirsiniz ancak okuduğunuzdan geriye neredeyse hiç bir şey kalmamıştır. Sayfaların arasında düşüncelere veya hayallere dalmamış, notlar almamışsınızdır. Bu, ne keyifli bir okumadır ne de bilgi dağarcığınızı geliştirme çabasıdır.

  • Tatile çıkmadan önceki heyecanınız, tatil boyunca hissettikleriniz ve bittikten sonraki hayal kırıklığınız…

Güzel bir yaz tatili planınız vardır. Öncesinde, yaklaştıkça artan bir mutluluk ve heyecan varken tatil başladığı anda mutluluk hızla azalır, bir süre sonra sıkılmaya başlarsınız. Tatil dönüşü ise yorgunluk, bezginlik ve belki de bir ölçüde gerginliktir geriye kalan. Çünkü bu tatilin bedelini ödeme zamanı gelmiştir.

  • Üniversite hayatınızda kampüs hayatını doya doya yaşamak, ders dışı etkinliklerle kendinizi her yönden geliştirmek mi yoksa diplomayı alıp rahatlamak(!) mı?

Hayatın her döneminin kendine göre zorlukları ve güzellikleri var. Üniversite dönemi ise belki de en verimli olabileceğiniz, en iyi dostlukları kurabileceğiniz, iş hayatı ile gelecek olan sorumluluklar öncesi iyi değerlendirilmesi gereken ancak çoğu öğrencinin bunu yapamayıp sonradan pişmanlık duydukları bir dönem. Diploma ile her şey bitmiyor bilakis asıl hayatınız ondan sonra başlıyor. Sweetland’ın “Başarı bir yolculuktur, bir varış noktası değil…” ifadesi bunu çok güzel anlatır.

  • Çocuklarla birlikte hissederek yaşamak mı yoksa onları bir an önce okutup, büyütüp yuvadan göndermek mi?

Kariyer, evlilik, temel ihtiyaçlar, çocukların eğitim yatırımları, sizi hep bir koşuşturma ve telaş içinde bırakır. Hep bir sonraki aşamaya geçme sabırsızlığı içinde çocuklarınızın çocukluğunu fark edemezsiniz. Onlar büyürler, yuvadan uçarlar ve sonrasında daha az bir araya gelebilirsiniz. Sık görüşebilseniz bile artık çocuk değildirler.

  • Bir dostla içilen çayda, sohbetin derinliğinde kaybolmak mı yoksa bir sonraki işe/randevuya odaklanmak mı?

Çay-kahve eşliğindeki sohbetleri büyük ölçüde kaybettik. Narin kahve fincanlarındaki Türk kahvesinden kova gibi karton bardaklardaki filtre kahveye hızlı bir geçiş yaptık. Dostlarla içilen kahvenin kırk yıl hatırı kalmadı. Çünkü daha ben merkezli ve maddiyatçı olduk.

  • Tasavvuf tarihinde çok sayıda örneğine rastladığımız dervişliğe kabul öncesinde verilen görevi sabırla ve yıllarca yapmak mı yoksa bir an önce kabul edilip halkaya dahil olmak mı?

Hâlid-i Bağdâdî, Yunus Emre, İmam Gazali ve daha nice büyük mutasavvıf, kamil insan olma süreçlerinde, nefis terbiyesi için, uzun çilelere, feragatlara katlanmışlar. Ancak bu esnada pişmişler ve “olmuşlar”. İnsanı pişiren manevi yolculuktur bu açıdan bakıldığında da. Sâlik olabilmek için istihareye yıllarca yatan kişiler var. Bu dönemde o kadar pişmiştirler ki kabul edildikleri anda “oluverirler”.

Yaşarken hep bir sonraki hedefe/aşamaya/işe konsantre olmak, bizi anı yaşamaktan, sürecin tadını çıkarmaktan alıkoyuyor. Hep bir sonraki derken bir de bakıyorsunuz ailenizden, dostlarınızdan kimse kalmamış… Dünyaya tek ve yalnız geldiğiniz gibi hayatın son demlerinde de tek başınıza, gücünüzü yitirmiş, hastalıklarla sona doğru hızla ilerlemeye başlamışsınız.

Kowit Phothisan / Unsplash

Geçmişten gelen anılarınız ise tek avuntunuz belki de size göre. Ancak hatıralar size acıdan başka bir şey vermez. Acısı zaten acıdır, tatlısı ise özlem ve hüzündür…

Akşam ağırlık çöker, yatarsınız. Ancak gecenin bir yarısı uyku tutmaz, kalkarsınız. Kafanızda bir sürü düşünceler, endişeler, evhamlar… Seherin o güzel anında aslında Yüce Yaratıcı (cc) ile buluşmak ne güzel olurdu. Ama böyle bir alışkanlığınız hiç olmadı. Öğrenmemiş, görmemiş, yaşamamışsınız. Hayat gailesi içinde sabahtan akşama, akşamdan sabaha… Ömür hiç bitmeyecek gibi…

Sabah gün ağarırken bile o Kadir-i Mutlak’ı anmayıp gafletle bekliyorsunuz. Sabah oluyor, kahvaltı yapmadan işe gidiyorsunuz çünkü herkes geç yatmış ve derin uykudalar… İşe başlar başlamaz, bir an önce mesainin bitmesini, akşamın olmasını istiyorsunuz. Akşam ise günün yorgunluğu ve trafik çilesi. Uzun kış akşamlarında tek eğlence televizyon… Şimdilerde ise sosyal medya. Evde kimse kimse ile konuşmuyor, herkes kendi ekranlarının başında. Kimi öfkeli, kimi gülümsüyor, kimi ise homurdanıyor. Birbirleri ile değil, belki de yüzlerce kilometre uzaktan başka birileri ile… Sonunda yine yatağa gömülürsünüz uyku tutmayacağını bile bile… Artık hayalinizde tek bir hedefiniz vardır: Emekliliğinizin gelmesi. Bilmezsiniz ki emeklilik, biraz daha rahat bir şekilde yavaşça ölümü beklemektir. Peki ölüm… ve sonrası???

Bu şekilde, hep bir sonraki adıma geçmeyi bekleyerek, o anı hiç yaşamazsınız. Halbuki mutluluk, aranmaz ve varılacak bir hedef değildir. Bir süreç yaşarsınız ve o süreci iyi hissederseniz, varoluşun asıl gayesini anlar ve o doğrultuda yaşarsanız, mutluluk zaten tüm bunların yan ürünüdür. Kendiliğinden sizi bulur. Aslında kavuştuğunuz o şey çoğu zaman mutluluktan ziyade huzurdur.

“Sakin ve mütevazı bir hayat, başarı peşinde koşmanın neden olduğu daimi huzursuzluktan çok daha fazla mutluluk getirir” diyen Albert Einstein, aslında “an”a odaklanmaya, yavaşlamaya, dinginleşmeye işaret eder.

“Ego der ki; her şey olmasını istediğim gibi tam olsun, o zaman huzurlu olacağım. Ruh der ki; huzurlu ol, o zaman her şey tam olmasını istediğin gibi olur.” Osho’nun bu sözü, mükemmeliyet peşinde ömür tüketen insanın aradığı huzuru bulamamasının nedenini açıklar sanırım.

Belki de bu sabırsızlık, anı yaşayamama alışkanlığını, dijital çağda edindik daha çok. Çünkü dijital oyunlarda, çocukları motive eden hep bir sonraki aşamaya (level) geçebilmektir. Oyunun sonunu bulabilenler ise tam bir hayal kırıklığı yaşarlar. Çünkü o gerçekten bir “son”, bitiş ve zevklerin tükenişidir. O ana kadar süreçti aslında size dopamin, endorfin salgılatan… “Endüstri 4.0”, “İnsan 5.0” derken tarım toplumunu arar olduk. “Bilgi toplumunda insan her zamankinden daha hızlı, teknolojiyle birçok şeyi elde edebiliyor fakat tarım toplumundaki huzuru ve dengeyi sunamıyor.” (Nevzat Tarhan)

Son nefes de böyledir. O anda, hayatınız, geride bıraktıklarınız, dert edindiğiniz her şey önemini yitirir. Eğer hazır değilseniz o ana, pişmanlıklar, “keşke”ler yakar kavurur içinizi… Ne bu dünyadan kam alabilmişsinizdir ne de sonraki dünya…

Ancak kamil insan olabilenler, hayatı bir denge üzerine yaşayanlar, hem son nefeste huzurludurlar hem de sonraki hayatın özlemini çekerler.

Aykut GÜL

--

--

Aykut Gül

productivity | informatics | learning | agricultural economics | tarım ekonomisi | strateji | eğitim | verimlilik | bilişim | kariyer | kişisel gelişim