Yazmak Üretmektir

Yazmak veya birilerine anlatmak için değilse okumak neye yarar? Okuduklarınızı, gündem ve tecrübelerinizle yoğurup yeni bir ürün ortaya koyabilmek olmalı esas olan.

Aykut Gül
3 min readFeb 1, 2021

Akademisyen, bilimsel yazılar dışında, güncel konularda da yazmalı, yazabilmeli. Bunu biraz geç keşfettiğim için çok hayıflanıyorum. Pandeminin de önemli bir katkısı oldu bu yazma sürecinde. Çünkü bu dönemde, kısıtlamalardan dolayı gençlerle olan kariyer ve sohbet faaliyetlerinden uzak kalınca (Zoom dışında) yazdıklarımı paylaşmak iyi bir araç oldu.

Aslında öğrenciliğimden bu yana günlük tutmaya çalışıyorum. Ancak ilk defa medium.com gibi platformda yazmaya ve paylaşmaya başladım. Yazdıklarımın tümünü paylaşmıyorum. Bir kısım yazılar, sadece kendime özel. Kendi fikirlerimi ve düşüncelerimi berraklaştırıyor bu yazılar. Çoğunlukla da kendimle olan duygu paylaşımı ve rehabilitasyon işlevi görüyor bu paylaşmadığım yazılar.

Bu yazma sürecinde, asıl gelişimin, paylaştığım yazılarla olduğunu fark ettim. Çünkü yazı paylaşımı ile geri beslemeler alıyorsunuz, uyarılar geliyor, yazılarınızdan esinlenerek hayatında önemli değişimler yapanların hikayeleri size iç huzuru sağlıyor.

Yazarken, kendinizle veya karşınıza aldığınız biriyle konuşuyorsunuz. Bazen dertleşiyor, bazen içinizi döküyor, bazen düşüncelerinizi istişare ediyorsunuz. Bazen yazının başında var olan bir meselenin, yazının sonunda kendiliğinden çözümlendiğini görebiliyorsunuz. Büyük bir daralma hissederek başladığınız bir yazının bitiminde müthiş bir ferahlama hissedebiliyorsunuz. Bazen sadece havanızı değiştirmek için yazıyorsunuz. Bazen gündeme düşen bir olay sizi bunaltıyor, bir şeyler söylemek istiyorsunuz, işte o zaman yazabilmek her şeye değiyor.

cottonbro adlı kişinin Pexels’daki fotoğrafı

Şimdi düşünüyorum da, yazmak veya birilerine anlatmak için değilse okumak neye yarar? Okuduklarınızı, gündem ve tecrübelerinizle yoğurup yeni bir ürün ortaya koyabilmek olmalı esas olan. Burada mesele edebi yön değil. Yazılarımın edebi bakımdan güçlü olmadıklarını düşünüyorum. Amacım sadece duygu ve düşünce paylaşımı. Öyle olunca da süslemelere, abartılara, takdirlere çok fazla ihtiyacınız olmuyor.

Bilimsel yazılar bu anlamda gerçekten “yazmak” değil. Çünkü onun farklı kuralları ve kalıpları var. Duygular orada zaten yer almaz. Kuru rakamlar, sıkıcı istatistiki analizler, durum tespiti ve kimin, ne kadar işine yarayacağını bilemediğiniz genel değerlendirmeler.

Bununla birlikte akademisyenin görevi sadece eğitim ve araştırma değil. Çoğunlukla ihmal edilen toplumu aydınlatma görevi de var. Ancak akademik ölçütlerde pek karşılığı olmadığı için bu alana çok fazla akademisyen ilgi göstermez. Sivil toplum faaliyetlerinde de olmalı akademisyen… Sadece bilimsel toplantılarda değil, başta gençler olmak üzere toplumun her platformunda yer almalı. Maddi bir çıkar gözetmeden, ilminin hayra giden karşılığı olarak bunu yapmalı.

Bu konu ayrı ve geniş bir yazı konusu olabileceği için daha fazla devam etmek istemiyorum bu akademik boyuta.

Aslında bugünkü yazının amacı, Twitter’da dün tt (trend topic — gündemde) olan bir konuyla ilgiliydi. “dinAfyondur” etiketi ile ilk sırada görünce şaşırdım ve tıkladım. Daha önceki yazılarımdan bilebilirsiniz, sosyal medyayı terk edeli yıllar oldu. Ancak gelen bağlantılar sizi bazen sosyal medya ortamlarına yönlendiriyor. Dün de öyle oldu.

Bu konunun ilk sırada yer alması kadar, içerikte, din karşıtlığının, dine bu kadar kolay hakaret edilebilmesinin ve ateizmin geldiği nokta beni dehşete düşürdü. Daha az sayıda inananın da can siperane orada verdiği mücalede… Çok cılız kalıyordu maalesef. Çok zamanlarını alıyordu eminim. O mücadeleden, acaba bu inançsızların veya toplumun kaçı etkileniyordu? Çoğunlukla sloganlar, alıntılar ve görseller paylaşılıyordu. “…Boş söz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan geçip giderler.” (Furkan, 72) ayetini hatırladım.

Bu esnada uzun zamandır girmediğim bir sosyal medya mecrasında, en az bir saatimi kaybettiğimi fark ettim. Safça mücadele etmeye çalışanların çabalarını görmek, bir İslam ülkesinde bunların ulu orta yaşandığına şahit olmak enerjimi tüketti. Canım sıkıldı. Bu konuda “yöntem” geliştiremediğimize üzüldüm.

Genellikle sabah gün doğarken yazdığım yazım kaldı bu yüzden. Yazamadım. Hem vaktim sosyal medyada heba oldu, hem moralim bozuldu. Bir kez daha anladım ki, sosyal medyadan uzak kalmak bugün için en iyisi…

Okumak, yazmak, paylaşmak… Tüm mesele, seyirci olmak ve slogan atmak yerine bir şeyler üretebilmek. O nedenle, “yazmak üretmektir”. Yazmak aktif olmaktır. Gençlerimizin kariyer yolunda en çok kazanmaları gereken beceri, öğrenmeyi öğrenmek ve yazmak

En azından bir süre sosyal medya orucu tutalım, neleri kaçırdığımızı fark edelim ve kendimize yatırım yapalım. Bunun niçin de önce hayatın anlamını düşünelim, eylem kararı alalım ve ilk adımı atalım. Henry David Thoreau’nun dediği gibi, “Yaşamak için ayağa kalkmamışken, yazmak için oturmak nasıl da beyhudedir.”

İstediğin kadar bil, istediğin kadar oku, istediğin kadar yaz; bunların çok fazla bir önemi yok… Önemli olan ayağa kalkmak için bir nedeninin olması ve daha da önemlisi birinin sana “haydi kalk” demesi…

Aykut GÜL

http://aykutgul.medium.com

--

--

Aykut Gül

productivity | informatics | learning | agricultural economics | tarım ekonomisi | strateji | eğitim | verimlilik | bilişim | kariyer | kişisel gelişim