Sorunun Kaynağı Biziz

Ülkemizde yaşanan sıkıntılarda bizim de sorumluluğumuz yok mu?

Aykut Gül
4 min readNov 23, 2021

Sosyal ve ekonomik meseleler her geçen gün ağırlaşıyor. Gün boyu değişik ortamlarda bu meseleleri dile getiriyor ve nadiren de olsa “dar bakış açılı” çözümler getiriyoruz. Meselelerin kaynağı ise zaten bellidir “bize” göre: Öncelikle siyasi iktidar, dış güçler, eğitimciler, üniversiteler, yeni nesil, zenginler vs. Pek rastladığımızı hatırlamıyorum ki, problemlerde kendilerinin de sorumluluk paylarının olduğunu söyleyen çıksın.

Neden bir kez olsun özeleştiriyi yapamıyoruz? İşleri düzeltmeye öncelikle kendimizden başlamıyoruz?

Ülkede elbette ki ekonomik sıkıntılar var. Sadece hükümetin iktisat politikaları mıdır bu konuda eleştirilmesi gereken? Pandemi, dünyada yükselen enflasyon, gıda fiyatları vb hepsi birlikte değerlendirilmeli şüphesiz. Ama asıl önemli olan bizim tavrımız… Birikimlerimizi ne oranda yatırıma aktardık? Yoksa bankaların tatlı faiz oranları daha mı cazip geldi?

Jeremy Bezanger / Unsplash

Yükselen dolar kurunu eleştirirken sabahlara kadar gözümüz ekranlarda değişen rakamları heyecanla izledik. Elimizdeki birikimleri düşük kurdan dolara, sonra da ikinci getiriyi elde etmek için dolar hesabında faize yatırdık.

Bir yandan üretmeden servetimize servet kattık, diğer yandan iktidarı vurmak için elimize geçen malzemeyi iyi değerlendirdik. Ekranlardaki programlarda timsah gözyaşları döktük.

İsrafın, gösterişin ve savurganlığın hep merkezinde olduk. Bir akşam yemeğine bir kaç asgari ücreti ödeyip, üzerine bir yüzlük bahşiş bırakanların, eve dönerken aldıkları elmanın fiyatı üzerinden pazarlık yapma arsızlığına çok şahit olduk bu memlekette.

Siyasiler her zaman hedef tahtasına oturtuldular. Belki de bir çoğunu hak ettiler. Ancak onları seçmenler olarak çoğu zaman da bizler zorlamadık mı? Seçmenler olarak hep iltimas beklemedik mi? Siyasiler, bize göre şekilleniyorlar. Bizim onlardan taleplerimiz bencilce ve ahlaksızca olunca onlar da ikballeri uğruna, oy kaygısı ile bürokratlara baskı yapıyorlar… İşe alımlarda yakınlarımız öncelenince iyi hizmet eden, yardımsever devlet adamları dedik onlara… Ekonomik rantabilite açısından kendi ilimize asla kurulmaması gereken bir tesis için onlara müteşekkir olduk. Aslında o yatırım ülke ekonomisi açısından belki de bir ihanetti. Sonuçta iş, aş, makam, mevki konularında çok bencilleştik. Ben merkezli bakış açımıza göre siyaseti şekillendirdik her birimiz. Sonra biz tertemiz kaldık, siyaset ise kirlendikçe kirlendi.

“Z Kuşağı”nı ekran bağımlısı ilan ettik. Onlar zaten dijital yerlilerdi, bu normal değil mi? Biz ise bu ekranların bulunduğu bir dünyaya doğmadık. Hatta şiddetle eleştirdik sakıncaları konusunda. Ancak biz, gençlerden daha çok bağımlı hale geldik. O kadar ki onları asla duyamadık. Can kulağımızla dinleyemedik. Dinler gibi yaptık sadece. Bizi duyamayan ve konuşamayan Z Kuşağını kendi ellerimizle ekranlara teslim ettik.

Netflix dizilerini kaçırmıyoruz ama en çok da biz eleştiriyoruz. Her türlü sapkınlığın, ahlaksızlığın yer aldığı dizilerden en çok biz şikayet ediyoruz, fakat en büyük desteği de yine biz veriyoruz.

Sosyal medya da benzer şekilde. En mahrem verilerimizi, bilgilerimizi kendi ellerimizle onlara teslim ediyoruz. Sonra da başımıza gelenlerden şikayetçi oluyoruz. Sosyal medyanın zararlarını her yerde anlatıyoruz ancak günde beş saatimizi bu platformlarda, başkalarına kendimizi anlatabilmek, insanların özel hayatını incelemek ve sonra dedikodusunu yapmakla geçiriyoruz.

Sanal dünyada en fazla dini paylaşımı biz yapıyoruz ancak bunları uygulamada yokuz. Binlerce kişiye zahmetsizce gönderdiğimiz ayet ve hadisler ile tebliğ görevini tamamlamış oluyoruz. Aslında sanal dünyada her gün yüzlercesi ekranımıza düşen ve okumadan silinen bu paylaşımlarla kutsalımızı değersizleştirmiyor muyuz kendi ellerimizle? Oysa ki ashab-ı kiramın (ra) hayatı tamamen bildiğini yaşamak üzerineydi: “Resulullah (s.a.v) onlara Kur’ân-ı Kerim’den on âyeti kerime öğretirdi. Onlar ise bu âyet-i kerimelerde amel ile ilgili hususları öğrenmedikçe bir başka on âyet-i kerimeye geçmezlerdi. Böylelikle Hz. Peygamber, bizlere hem Kur’ân-ı Kerim’i ve hem de onunla amel etmeyi birlikte öğretirdi.” (Kitabul Beyan)

Haksızlık karşısında ne pahasına olursa olsun haklının yanında yer alabiliyor muyuz? Kendimizin veya yakınlarımızın çıkarı söz konusu ise kolaylıkla yalan söyleyebiliyor muyuz? Bunu yaparken de vefa, dostluk, akrabalık değerlerine sığınmıyor muyuz kendimizi kandırmak için?

Çocuklarımız dürüst olduklarında, ucu bize dokunuyorsa, onlara kızmıyor muyuz? Beyaz yalan kavramını biz uydurmadık mı? Her şart ve durumda doğruluktan ayrılmamaları gerektiğini neden anlatamıyoruz onlara? Aslında anlatmaya ne gerek var? Siz ne yaparsanız onlar da onu yaparlar zaten…

Ev işleri kolaylaştıkça, robot süpürgeler temizliği yaptıkça ortaya çok geniş bir boş zaman çıktı. Bunun sonucu ise bağımlılıklar, psikolojik sorunlar ve antidepresan kullanan aile üyeleri…

Samimiyet problemimiz var… İhlasın neredeyse kırıntısı dahi kalmadı. Gerçek ve sanal dünya ayırımında olduğu gibi içimiz ve dışımız çok farklılaştı. Artık karşımızdakilerin gözlerine bakarak konuşamaz olduk. Ebu’l Hasan-ı Harakani’nin şu muhteşem sözüne kulak verelim ve üzerinde düşünelim: “Allah görüyor diye yaptıklarının hepsi ihlas, halk görsün diye yaptıklarının hepsi riyadır.”

Artık tüm bunlar üzerinde uzun uzun tefekkür etme, hatalarımızı kabullenme, bir daha yapmamaya azmetme, istiğfar etme ve temiz bir sayfa açarak doğrularla doğru yolda yürüme gayretinde olma zamanı… Aksi halde yarın çok geç olabilir…

Aykut GÜL

--

--

Aykut Gül

productivity | informatics | learning | agricultural economics | tarım ekonomisi | strateji | eğitim | verimlilik | bilişim | kariyer | kişisel gelişim