“Sayı”ya Takılmamak

Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı. — Tekasür, 1–2

Aykut Gül
6 min readJan 10, 2021

Yaşlı bir derviş, bir sepet elma ile hızlıca yürüyen bir genç kıza rastlar. “Nereye gidersin? Ne var sepetinde?” diye sorar. Uzakta bir yeri gösterir genç kız. “Sevdiğim o tarlada çalışıyor. Ona elma götürüyorum.” “Kaç tane?” diye sorar derviş. Kız şaşırarak cevap verir: “İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” Derviş, utanır ve usulca kırar elindeki tespihi… Ve bir daha eline tesbih almaz.

“Sayı” sizin için ne kadar önemli? Sayı derken nicelik, adet, fiziksel büyüklük kastettiğim. Skor, puan, not, ciro vb hep bu konunun içinde… İnsanlık tarihi boyunca çokluk her zaman övünç ve güven sebebi oldu. Dünya tarihinin en fazla nüfusunun barındığı zamanda, nitelik daha az önemli, nicelik ise sürekli yüceltilir hale geldi.

Sayı, başarı kriteri midir? Peygamberler, sadece görevlerini yerine getirdiler. Bazılarının hiç müntesibi olmadı. Bazıları ailesini dahi ikna edemedi. Başarısız mı sayıldılar bundan dolayı? Tabii ki hayır… Mahşerde, her peygamber, etrafında ümmeti olduğu halde yer alacak. Bildirildiği kadarıyla, en fazla ümmeti olan Peygamberimiz (sav) olacak. Hiç ümmeti olmamak dünyevi ölçülerle kaybetmek gibi görünse de, uhrevi ölçülerde asla kaybetmediler ve görevlerini hakkıyla yerine getirdiler.

Rabbimizin rahmeti, amellerimizin miktarına göre mi olacak? Çok ibadet etmek, kurtuluşu garantilemek midir? Savaşın hemen öncesi iman eden ve o savaşta şehit olan, alnı bir kez dahi secdeye gelmemiş olan o müstesna sahabi, bu anlayışa göre, nasıl “az çalıştı, çok kazandı” müjdesine nail olabilir ki? [1]

Uzun ömrünü tamamen ibadete adamış birçok abid, düzinelerle kitap yazmış, talebe yetiştirmiş bir çok alim, malının çoğunu hayra harcamış bir çok zengin; son nefeste şeytanın fesadına uğramış ve kaybedenlerden olmuşlardır. Bir tarafta alnı hiç yere gelmemiş bir şehit sahabi, diğer tarafta ise belki yarım asır teheccüt namazı kılmış bir abid… Çokluğa güvenmek, bundan dolayı Allah’a daha az iltica etmek… veya günahlarının çokluğundan büyük endişe ve nedamet duyarak O’na sığınabilmek…

Günümüz insanı, geçmişte olduğu gibi, çoklukla, niceliksel büyüklükte övünmeyi seviyor. Özü aynı olmakla birlikte bugünkü çokluk örneklerine sanal olanlar da eklendi. Artık her pozisyon ve yaş grubundan insanın mutluluk düzeyini belirlemeye yardımcı olan sayısal göstergeler var. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ahmet Akın’ın bu yöndeki tespitleri çok yerinde. Yazıya da bir ölçüde esin kaynağı olan hocamızın verdiği bazı örneklere kendim de ekleme yaparak sıralamak istiyorum: Öğrencinin notu, sertifika adedi, ALES, YDS, TOEFL vb puanları; akademisyenin yayın adedi, atıfları, tamamlattığı tezler; mezun sayıları; bir köy ağasının kaç hektar araziye sahip olduğu; bir fabrikatörün çalıştırdığı işçi sayısı; bir şirketin yıllık cirosu veya karı; bir futbolcunun otomobil sayısı; bir sanatçının veya siyasetçinin sosyal medyadaki takipçi adedi, aldığı beğeniler; borsadaki hisselerinin değeri; asgari ücretin, enflasyonun, işsizliğin kupkuru sayısal ifadesi…

Özellikle siyasette, seçim propagandaları, seçmen kazanımı ve eğilimler çok değişti. 15–20 yıl önce birebir, sabırla, gecekondularda, yer sofralarında yapılan içten tanıtım faaliyetleri; yerini beş yıldızlı otellere ve sayıca kalabalık ortamlara bıraktı. Şimdiki toplantılar mutlaka lüks ortamlarda ve yemekli, bol fotoğraflı (pandemi öncesi için). Artık bırakın bir kaç kişi ile bir araya gelmeyi, bir kaç bin kişiden az olduğunda siyasetçi tenezzül etmiyor katılmaya… STK’larımız da kalabalık toplantıları, görünen faaliyetleri, maddi destek sağlayabilecek kişileri hedefler oldular. Halbuki tertemiz bir Anadolu çocuğu, iyi bir eğitimler, ülkenin geleceğinde önemli roller üstlenebilirdi. Şimdinin bininden büyük olabiliyordu tek “bir” samimiyete göre… Bunun devlet kademisinde çok örnekleri var.

Foto: Anton Mislawsky / Unsplash

Uzaktan eğitim kapsamında özellikle gençlerle yaptığımız seminerleri duyan değerli bir hocamız, kendi grupları ile de bir program talebinde bulundu. Olumlu cevap verince, sayı konusunda bir limitimizin olup olmadığını sordu. Bilindiği gibi uygulamalarda bir maksimum sınır bulunuyor. Kullandığımız uygulamanın üst sınırını söyleyince, kasıtlarının alt sınır olduğunu söyledi. Şaşırdım, hiç düşünmediğimi, hiç bir zaman en az katılımcı adedi gibi bir şart koşmadığımı belirttim. Bu kez kendileri şaşırdılar, özür dilercesine, bazı konuşmacıların belirli bir sayının altında programa katılmadıklarını ifade ettiler. O zaman anladım ne demek istediğini… Gerçekten sayının kutsandığı, amaç haline geldiği bir dönemde, sayının bir kriter haline gelmesi çok normaldi.

Yenilen pirinç veya bulgur pilavından tabakta kalan son bir tanenin bile israf edilmemesi, hem emeğin gözetilmesi hem de bereketin o tanede olabileceği inancı… Sayıdan çok, materyalist zihniyetin anlayamayacağı değerlere yeniden sarılmayı gerektiriyor.

Tolstoy, “Gerçek Mutluluk” adlı eserinde, azlığın çokluğa göre daha anlamlı ve değerli olduğunu anlatır. Ufa’da İlyas isimli bir Başkurt’un büyük bir zenginlikten yoksulluğa düşmesini ve komşuları tarafından eşiyle birlikte hizmetçiliğe kabul edilmesini konu alır. Bir gün ev sahibinin misafirlerinin zenginlikten yoksulluğa düşmenin nasıl bir şey olduğunu sormaları üzerine, İlyas’ın eşi Şam- Şemagi’nin ibretlik cevabı şöyledir:

Foto: Ion Şipilov / Unsplash

“Kocamla elli yıl yaşadık, mutluluğu aradık aradık bulamadık. Elimizdekileri kaybedeli iki yıl oluyor, hizmetçi olarak yaşıyoruz ama gerçek mutluluğu bulduk, artık başka türlüsüne ihtiyacımız yok…”.

“İyi de şimdiki mutluluğunuz nasıl bir şey ki?” diye soran misafirlere cevaben devamında, “Bak şöyle: Zenginken kocamla bir saat bile huzurumuz yoktu. Ne konuşabiliyor, ne ruhlarımızı düşünebiliyor, ne de dua edebiliyorduk. Bir sürü meşgalemiz vardı. Misafirler gelir, onları nasıl ağırlayacağımızı, bizi ayıplamasınlar diye ne ikramda bulunacağımızı düşünürdük. Misafirler gider bu sefer de hizmetçileri kollamamız gerekirdi; onların tek derdi işten kaytarmak, işkembelerini doldurmak, bizimki de mallarımızı onlardan korumaktı. Günaha giriyorduk yani. Kurt taylara, danalara dadanmasın, hırsızlar atlarımızı çalmasın diye didinirdik. Yatağa girer, ama koyunları kuzuları ezecek korkusuyla uyuyamazsın; gecenin bir vakti kalkıp koyunları kontrol etmeden rahat edemezsin. Sonra yine telaş başlar, kış için nereden yem bulmalı diye dolanırsın. Bunlar yetmezmiş gibi benim ihtiyarla hep çatışırdık. O şöyle yapmalı derdi, ben böyle derdim ve kavga edip yine günaha girerdik. İşte bunca kavga arasında yaşadık, bir sürü günaha girdik, mutluluk falan da görmedik… Şimdi, sabah kalkınca kocamla sevgiyle, dostça konuşuyoruz. Kavga edecek, kaygılanacak bir şeyimiz yok. Tek işimiz efendiye hizmet etmek. Gücümüz yettiğince, istekle çalışıyoruz ki efendimiz zarar değil kar etsin. İşten dönünce öğle yemeği, akşam yemeği hazır, kımız da var. Kışın yakacak tezek var, ısınmak için gocuk var. Hem konuşacak, ruhumuz üzerine düşünecek, Tanrı’ya dua edecek vaktimiz de var. Elli yıl aradık mutluluğu, ancak şimdi bulduk”. [2]

Demek ki, çokluk, meşgale, endişe, korku ve sonuçta mutsuzluk demek. Azlık ise yüklerden kurtulmak, manevi değerlere daha fazla zaman ayırabilmektir. Bu zenginlik kötüdür anlamına gelmiyor tabii ki. Daha önceki yazılarımızda bununla ilgili ayırımlar yer aldığı için tekrar etmeyeceğim.

“Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı.” (Tekasür, 1–2) ayetleri; çokluk, övünmek ve insanında ölüme kadar bununla oyalanmasını ve surenin devamında, bununla ilgili uyarıları içerir.

Tekasür kelimesi, bu sure bağlamında, özellikle “yüksek bir amaç gütmeden, neden niçin demeden mal, evlat, yardımcı ve hizmetçi gibi her devrin telakkisine göre çokluğuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, manevi ve ahlaki sorumluluğunu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak” anlamına gelir. [3]

Çokluğu ve gücü eline geçiren, bununla böbürlenen, “ol diyorum oluyor” diyerek haddi aşanlardan korusun bizleri Yüce Rabbim! Azlık, hiçlik, yokluk ve layıkıyla kulluk… Ebu Zerr Hazretlerini okuyan, anlayan ve zühtü tercih edenlerden olmamız dileğiyle…

Dipnot

[1] El-Bera İbni Azib (ra)’den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Uhud Harbinde Resulullah (sav)’e yüzü demir zırh ile kaplı bir kişi geldi ve “Ya Resulullah, hemen harp edeyim de sonra mı müslüman olayım?” diye sordu. Resulullah (sav): “Önce müslüman ol, sonra savaş!” buyurdu. Adam müslüman oldu, savaştı, sonunda şehit düştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Az çalıştı, çok kazandı” buyurdu. (İ. Lütfi Çakan, https://web.itu.edu.tr)

[2] https://melihadogu.com/ilyas-tolstoy/

[3] https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/sure/102-tekasur-suresi

Aykut GÜL

--

--

Aykut Gül

productivity | informatics | learning | agricultural economics | tarım ekonomisi | strateji | eğitim | verimlilik | bilişim | kariyer | kişisel gelişim