Rüya İçinde Rüya
Sahte zevkleri, acıtan gerçeklere tercih eder oldu modernist insan
Dünya hayatı, rüya içinde rüyada olmak gibi… Dünyada servet sahibi olmayı, rüyada define bulmaya benzeten mutasavvıflar ve düşünürler var. “Gördüğümüz veya göründüğümüz her şey, sadece rüya içinde rüya mı?” diye sorar Edgar Allan Poe bir şiirinde… Metaverse’ün hayatımıza girmesiyle rüya içinde rüyada olmaya sanırım bir katman daha eklenecek.
Dijital dünyanın bağımlısı olanlar, düşünmeye daha az fırsat bulabilmekte, büyük resmi ıskalamakta ve neredeyse hep bir rüya ya da hayal aleminde yaşamakta… Uyuşturucu kullanımı da bu nedenle giderek artmakta… Sahte zevkleri, acıtan gerçeklere tercih eder oldu modernist insan.
Ölüm gerçeğine artık dayanamıyoruz. Duymak istemiyoruz. Cenaze definlerinde veya taziyelerde bile ölümün konuşulmasına, tefekkür edilmesine kimse dayanamıyor. Bir yanda mevtanın üzerine toprak atılırken, diğer yanda küçük gruplar halinde kümelenen insanlar, ticaret veya siyaset üzerine konuşuyorlar.
Ölmeden bir ya da iki gün önce ziyaret ettiğim bir çok insanın, ölümün kıyısında olduklarını fark etmekten çok, hayata müthiş bağlı olduklarına, hala ulaşmak istedikleri emellerinin bulunduğuna şahit oldum. İbn-i Tüfeyl’in, “İnsan öleceğini bilen ancak bilmiyormuş gibi yaşayan tek canlıdır…” ifadesi ne kadar da doğru!?
Rabbimiz, Zariyat Suresi 56. ayette, yaradılış gayemizin O’na kulluk olduğunu bildirmekte ve Mülk Suresi 2. ayette ise bunu açarak, “O Allah ki, hanginiz daha güzel işler yapacak diye sizi imtihan etmek için ölümü ve her iki alemde hayatı yaratmıştır…” (Mülk, 2) buyurmakta. Güzel işler, O’nun rızasına uygun işler… İyi olanı yapmak… İyilerden olmak…
“Hayat, inanan ve salih amel işleyenlerin dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur. “ der Aliya İzzetbegoviç. Bu gerçek, nedense çoğu zaman unutulur. Belki de sadece kabir ziyaretlerinde hatırlanır.
Ömrünün son demlerinde Müslüman olduğuna dair bir çok delilin olduğu Tolstoy’un şu muhteşem ifadesini sıkça hatırlamalıyız: “Ölünce her şeyi öğrenecek ve artık soru sormayacaksın.” Bu kadar net… Rüyadan uyanmak ve hiç bir şüpheye, soru işaretine mahal kalmayacak şekilde, her şeyi net olarak görebilmek ve tam bir aydınlanma yaşamak… Ama o zaman çok geç değil mi bunun için? İmtihan sahası bu dünya değil mi? İmtihan kağıdını teslim ettikten sonra cevapları görmek elbette ki her şey için çok geç…
Dünya malının, nesilden nesile aktarılarak dünyada kaldığını söyleyenleri, önceleri çok anlayamazdım. Biriktirdikleri mallara gözleri gibi bakan, tükenecek diye tüketemeyenlerin; son nefesle, çaresizce, pişmanlıkla, hepsini terkettiklerine, tükendiklerine; varislerin de aynısını yaşadıklarını gördükçe, bu ifadelerin ne kadar da yerinde olduğunu her geçen gün daha iyi anladım.
İnsan, bu dünyadaki tüm zaaflarından kurtulmak için gayret etmeli. İnsan, neyin üzerine düşerse, o şey onun imtihanı oluyor ve onunla sınanıyor.
Neleri kaybetmekten korkuyoruz? Nelerden vazgeçemiyoruz? Bunları iyi bilmek ve onlardan vazgeçebilmek için sürekli olarak kendini geliştirmeli insan. “Neyi feda edersen, o sana ihsan edilir. Neye kıyamazsan, onunla sınanırsın.” demiyor mu Hz. Mevlana?
Her günün sabahı, yeniden başlayabilmek için bize bahşedilen önemli bir fırsat. Çoğu zaman, geçmişteki hatalarla ve pişmanlıklarla yaşamaktan, bir türlü yeni bir başlangıç yapamıyoruz.
Sanırım bunun bir nedeni de derslerden ders çıkarmamak… Çünkü ders, sen öğrenene kadar devam eder…
Aslında hatalar, yanlışlar ve günahlar bizi olgunlaştırıyor. Acziyetimizi gösteriyor ve kibrimizi azaltıyor.
Bunların hepsini kazanılmış tecrübeler olarak görmek, arınmak ve gerekirse her sabah yeni başlangıçlar yapabilmek gerekiyor.
Her sabah, Tolstoy’un söylediği gibi, geriye kalan hayatımızın ilk günü…
O halde, başkasını ve/veya kendimizi affetmek, kabullenmek, tevbe etmek, ön yargılardan arınmak, böylece bilgisayarımıza format atar gibi, kalbimize ve zihnimize format atmak… ve yola devam etmek…
Çünkü, “Hayat bu, bir bakarsın her şey bir anda son bulur. Hayat bu, son dediğin an her şey yeniden can bulur.” (Şems-i Tebrizi)
Hikmet ve ilim, sadece kitaplardan öğrenilmez. Hayatın içinde olmakla, hastane ve mezarlık ziyaretlerini sıkça yapmakla; iş, sağlık, aile ve dostluklar konusunda bir çok sıkıntılar, acı tecrübeler yaşamış olmakla insan pişiyor. Hikmet ehlinin tedrisinden geçerek insan-ı kamil olma yolunda mesafe alabiliyor.
Aykut GÜL
Medium | Yazılarıma Ücretsiz Abone Olun | Medium’a Ücretsiz Katılın | Tüm Yazılarım | Yazılarım Hakkında | Youtube | Twitter