Neden Ben?

“Allah’ı zikrettiren dert, O’nu unutturan maldan ve sıhhatten daha hayırlıdır…”— Şemsi Tebrizi

Aykut Gül
4 min readMar 14, 2021

Çokça karşılaştığımız bir sorudur “Neden ben?”

Tabii ki hep olumsuz anlamda… “Neden hep benim başıma geliyor bu dertler, sıkıntılar?” açılımıyla… En hafif şekliyle bir serzeniş, bezginlik… ama genellikle şikayet ve bazen de isyan… Daha da ötesi Yaradan’ı -haşa- yargılama…

Bir şeyleri başardığımızda ise “Neden ben?” demeyiz. “Ben başardım” deriz. İşlerimiz iyi gider, çok kazanırız, yine “Ben kazandım”, “Bunun için çok çalıştım” deriz.

Ölümcül bir hastalığa yakalanırız, “Neden beni buldu? Çocuklarım daha çok küçük…” deriz. Hastalığın şifasını verir Allah, “Hastalığı yendi” deriz. Öğrencinin iyi notu kendine, kötü notu ise hocasına mal etmesi gibi…

Özellikle de haz, mutluluk ve gösterişin zirveye ulaştığı bir dönemde, karşılaştığımız sıkıntı ve dertlere hiç sabredemiyoruz. Sanıyoruz ki bunlar bir tek bizim başımıza geliyor. Başkaları son derece mutlu bir hayat sürdürüyor. Oysa ki bu büyük ölçüde sosyal medyanın ve sanal alemin bir illüzyonundan ibaret…

Bunun yanı sıra inançlarda ve değerlerimizde yaşanan erozyon da, toplumumuzu sabırsız, şükürsüz ve isyankar hale getirdi.

Foto: Abdullah Öğük / Unsplash

Dünya hayatından çok fazla şey bekliyoruz. Rabbimizin, “Bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir…” (Ankebut, 64) ayetini hatırlayamıyoruz dünya telaşesi içinde.

Sürekli olmasını ümit ettiğimiz, amaç haline getirdiğimiz mutluluğa, hiç kimse, kısa anlar dışında ulaşamadı. Çünkü mutluluk, yaptıklarımızın sadece bir yan ürünüdür. Asıl olan kalıcı huzurun yakalanmasıdır. Huzur ise sıkıntı ve dert içinde de yaşanabilir. Hastanede, anne veya babasının yanında refakatçi kalan, onu hoşnut etmeye çalışan kişi, aslında son derece sıkıntılı bir ortamda, endişe, üzüntü ve uykusuzluk halinde olmasına rağmen oldukça huzurlu olabilir. Lüks bir otelde geçirilen bir kaç günlük tatilde aynı huzuru bulamazsınız. Hatta bu tatil esnasında ihmal ettikleriniz varsa, mutlu olmanız için her şey var olsa da huzursuz olabilirsiniz.

Dünya hayatı, sıkıntı, keder, üzüntü, dert ve diğer bir yığın olumsuzlukların hep olduğu ve olmaya devam edeceği bir evredir.

Önemli olan bu sıkıntıların nasıl yönetilebildiğidir. Bu dünyanın geçici olduğunu, herkesin bir imtihan sürecinden geçtiğini ve esas olanın ebedi hayata hazırlanmak olduğunu bilmektir.

Aslında dert ve belaların gelişleri iki şekilde olabilir:

İlki, yoldan çıkmış kavimlerin helakı, kötülerin cezalandırılması şeklinde… Yüce Allah, “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir” (Şura, 30) buyurur. Bu gruptakiler, gelen belalardan ders almazlar, şikayet ve isyanları artar ve nihayetinde hem dünyayı hem de ahireti kaybederler.

İkincisi ise Allah’ın sevdiği kullarının derecelerini yükseltmek için verdiği sıkıntılardır. Peygamberler, geçmişte en büyük sıkıntılara uğramış müstesna insanlardır. Ashab-ı kiram, veliler ve diğer manevi derecesi yüksek olanlar, hayatta hep dert ve kederlere maruz kalmışlardır. Allah, sevdiği kulunun, kendisine daha da yakınlaşması, daha derinden ve içten istemesi, çaresizliği hissedip sadece O’na sığınması için…

“Dert ve belanın çokluğu affın çokluğunu gösterir. Çok sevilene çok dert verilir.” — Hayati İnanç

Peygamberlerin yaşadıkları hakkında çok sayıda kıssa mevcut olmakla birlikte Şuara Suresinde anlatılan, Hz.Musa (A.S.)’ın yaşadıklarından birine bu yazıda yer vermek istiyorum.

Kendisine inanan bir grup Yahudi ile Firavun’un zulmünden kaçmak için yola çıkan ve Kızıldeniz’in kıyısına geldiklerinde arkalarından Firavun’un ordusuyla gelmekte olduğu o an Hz.Musa (A.S.)’nın yaşadığı sıkıntı. Sana inanan ve peşinden gelen insanlar panik halinde… Bir tarafta dehşetli bir ordu, diğer tarafta ise geçilemez bir deniz. Boğulmak mı, kılıçtan geçirilmek mi? O anda, kendisine bağlı olan topluluk Hz.Musa (A.S.)’ya dönüp onu suçlarlar: “Gerçekten bize yetiştiler” (Şuara, 61). O büyük peygamber ne kadar zor bir durumdadır o an! Yanındakilerin sorumluluğu ve onların kendisine destek olmak yerine suçlamaları. Musa Aleyhisselam için o anda sığınılacak tek makam vardı. “Hayır, muhakkak ki Rabbim benimle beraber, O, beni kurtuluşa ulaştıracaktır.” (Şuara, 62) dedi ve tevekkül etti. Sonrası herkesin malumu olduğu üzere, Kızıldeniz yarıldı, Musa ve maiyetindekiler geçtiler, Firavun ve ordusu ise Kızıldeniz’in sularında boğuldu.

Tüm mesele, dibe vurduğunuzu, tüm dünyanın size karşı olduğunu hissettiğiniz anda O’na iltica edebilmek, O’nun yardımının mutlaka geleceğine yürekten inanmak. Kul daralmayınca Hızır yetişmezmiş derler…

Peygamberimizin (SAV) mağara hikayesinde de benzer bir durum var. Düşmanlardan örümcek ağının arkasında gizlenirken yol arkadaşına “Üzülme! Allah bizimle beraberdir” (Tevbe, 40) diyen bir peygamber. Tam bir teslimiyet ve sonunda kurtuluş.

Çoğu zaman şer gibi görünen şeylerde hayır, hayır gibi görünenlerde ise şer olabilir. Sabırlı olmak ve aşırı tepki vermeden beklemek gerekebilir bu durumlarda. Aşağıdaki hikaye bunu çok güzel anlatır.

Çin’de, yaşlı bir köylünün çiftliğini yaban atları basar ve her şeyi yıkarlar. Bunu gören komşuları “Bu çok kötü oldu” derler. Köylü ise “Belli olmaz” der.

Ertesi gün köylünün oğlu yaban atlarından birini yakalayıp eyerler ve üzerine biner. Komşular “Bu çok iyi” derler. Köylü ise “Belli olmaz” der.

Birkaç gün sonra köylünün oğlu attan düşer ve bacağını kırar. Komşular bu kez “Kötü oldu” derler ve yaşlı köylü yine “Belli olmaz” cevabını verir.

Bu esnada savaş çıkar ve köye gelen askeri görevliler, yaşı uygun olan bütün erkekleri orduya katılmaları için götürürler. Köylünün oğlunun bacağı kırık olduğundan bir tek o askere alınmaz.

Dünyada, her an değişim söz konusudur. Hiç bir şey sonsuza kadar devam etmez.

Sıkıntıların altından kalkamayacağımızı hissettiğimizde “Bu da geçer ya Hu!” diyebilmek…

Dertler biriktiğinde, son nefeste nelerin önemli olacağına odaklanalım. Son nefeste önemli olan, şimdi de önemlidir. Onun dışındakiler ise geçici ve önemsiz…

Rahatlık, rehavettir. Sıkıntı yoksa sıkıntı var demektir derler. Sıkıntılar insanı yetiştirir. “Biz hep imtihan olacağız. Cevher “har”da, insan “dar”da işlenir.” (Anonim)

Hz. Mevlana’nın güzel ifadesiyle, “Hüzün olgunlaştırır, kaybetmek ise sabrı öğretir. Kaderi sev, varsa kederi de sev.”

Son olarak, sıkıntılardan bunaldığınızda; sosyalleşin, açık havada yürüyün, soğuk duş alın -doktorunuza danışarak-, iyi uyuyun, sadaka verin, dua edin, sabredin, tevekkül edin, kabullenin ve İnşirah Suresini okuyun.

“Dert etme, dua et!” — Hz. Mevlana

Aykut GÜL

--

--

Aykut Gül

productivity | informatics | learning | agricultural economics | tarım ekonomisi | strateji | eğitim | verimlilik | bilişim | kariyer | kişisel gelişim