Gadiel Lazcano / Unsplash

Hüznümüz Neyi Değiştiriyor?

“Hüzün sahibinin bir ayda kat ettiği yolu hüzün çekmeyen bir yılda kat eder” — Hasan Şerkavi

Aykut Gül
3 min readJun 27, 2022

--

Hayat, hiç bir zaman, hiç bir kimse için düz bir çizgiden ibaret değildir. Sürekli inişler ve çıkışlar vardır. Tıpkı EKG grafikleri gibi… Bu durum zengin-fakir, güçlü-zayıf, eğitimli-eğitimsiz, genç-yaşlı, kadın-erkek; istisnasız herkes için aynıdır. Dünyanın en zengininin veya en fakirinin hayat çizgileri birbirine çok benzer. Sürekli mutluluk, sürekli yüksek enerji, sürekli kaygı veya sürekli sıkıntılı hal yoktur.

Osho Rajneesh’in benzetmesinde olduğu gibi, hayat ağacının kökleri üzüntüden, dalları ise mutluluktan beslenir. Birisi derinliği diğeri ise yüksekliği besler. Hayat ağacında kökler de dallar da gereklidir. Biri geliştikçe diğeri de gelişir. Dalların uzaması ve daha yükseklere ulaşması için köklerin derinleşmesine ihtiyaç duyulur. Bunun eş zamanlı olması gerekir. Daha büyük ağaç, daha derin kökler demektir. Daima orantılı ve daima dengeli.

“Her şey kolayca önünüze geliyorsa, doğru yolda değilsiniz demektir” kelam-ı kibarı da buna işaret eder. Kolaylık ve konfor alanı, hayat ağacınızın gelişimine mani olacaktır.

Yusuf Has Hacib’in “Huzur istersen zahmet ile birlikte gelir. Sevinç istersen kaygı ile birlikte bulunur” sözü de her şeyin zıddı ile kaim olduğunu gösterir. Hayatta sürekli mutluluk, her daim eğlencenin ve keyfin olması mümkün değildir.

Aslında bunları yakalamanın yolu, bu duyguların peşinde koşmak değil, önce istemesek de zorluklara katlanmak, alın teri dökmek ve sonrasında vicdani rahatlama, huzur ve mutluluğu hissetmektir. Şüphesiz ki bu da sonsuza kadar sürmez, yeni bir iş ve yeni bir çaba gerekir.

İnsanların meşguliyet halinde daha verimli çalışmaları gibi “Hüzün sahibinin bir ayda kat ettiği yolu hüzün çekmeyen bir yılda kat eder” (Hasan Şerkavi) gerçeği de vardır.

“Allah’tan güç istedim, acılar verdi; cesaret istedim, tehlikeler verdi; bilgelik istedim, daha çok problemim oldu.” sözündeki inceliği de iyi anlamak ve hayat felsefemizi ona göre oluşturmak gerekir. “Hüzün olgunlaştırır, kaybetmek ise sabrı öğretir. Kaderi sev, varsa kederi de sev.” diyen Hz. Mevlana’nın öğüdünü her hüznümüzde hatırlamamız onu yönetebilmemize yardımcı olacaktır. En büyük sıkıntılarımızı, kederlerimizi neden en derin dualarımıza vesile yapmayalım?

Saadettin Ökten hocamızdan işittiğim ve çok sevdiğim bir söz var hüzne dair: “Hiç sebepsiz bir hüzün hissediyorsanız, bilin ki o an Allah’a çok yakınsınızdır.” Zaten Rabbimiz de demiyor mu “Ben mahzun olan kalplerdeyim.” O halde hüznün kıymetini bilelim ve o anlarda O’ndan isteyelim. Duaların kabulüne çok müsait bir an olduğu kesin.

Ancak zorluklar karşısında verdiğimiz tepkidir esasen bizim konumumuzu belirleyecek olan. “Ve Tanrım şimdi sana yakın değilsek, neyi değiştiriyor hüznümüz?” derken Hüsrev Hatemi de sanırım bunu kastediyordu. Seçim elimizde; ya isyan edip doğru yoldan sapacağız ya da hüznümüz sayesinde kamil insan olma yolunda bir adım daha atacağız. Şunu bilmeliyiz ki insan, seçimlerinin ve kararlarının sonucudur. Tolstoy “İnsanı üzen ve mutsuz eden, çoğu zaman başkaları değil, kendi yaptığı seçimlerdir” diyerek buna işaret eder.

Bugün çoğumuzun Alfa veya Z Kuşağı diye eleştirdiğimiz gençler ve çocuklar, nihayetinde bizim eserimiz. Onları fanus içerisinde, her türlü sorundan uzak tutarak, her an keyiflerinin iyi olup olmadığını sorarak, onları korumak adına dışa açılmalarını engelleyerek buna biz neden olmadık mı? Bu konunun uzmanı değerli hocamız Acar Baltaş’ın tespiti ne kadar isabetli: “Üzüntü, utanma, suçluluk duygusu hissetmeyen, hayal kırıklığı, başarısızlık duygusunu yaşamayan çocuklar büyüdüklerinde empatiden yoksun, bencil, kolay yalan söyleyen, fırsat bulunca hile yapan, yakalanınca da utanmayan yetişkinler oluyor. Sonra ‘Bunlar nasıl insanlar?’ diye şaşırıyoruz.”

Duygular işin içine girdiğinde daha etkili öğrenme gerçekleşir. Şule Gürbüz, “Bazı şeyler düşünerek değil, üzülerek öğreniliyor” der. Bazı insanların bize ne söylediğini değil ancak nasıl hissettirdiğini hatırlarız.

Biriyle dargınlığınız olur. Onun adını duymak bile rahatsız eder. Varlığına hiç katlanamazsınız. Ama bir türlü adını koyamadığınız, yazılanları, söylenenleri belki de hiç hatırlamadığınız bir durumdur bu. Buna rağmen asla unutmadığınız hisleriniz sizi yönlendirir.

Üzüntü ve sıkıntıların üstesinden gelebilmek için bir numaralı çözüm yoğunlaşmaktır. Razi’nin dediği gibi “İnsan için meşguliyetten daha iyi bir tedavi yoktur.” En iyi yoğunlaşma ise belki de yazmaktır. Sıkıntınızı bir dostla paylaşmanın veya bir psikologdan yardım almanın verdiği rahatlamanın bir benzerini yazarken de bulabilirsiniz. Yazmada, duygu paylaşımı, problemin analizi ve nihayetinde meşgul olma vardır. “Yazarken her şeyi silkeleyebilirim; üzüntülerim kaybolur, cesaretim yeniden doğar” diyen Anne Frank, aslında bunu çok da güzel özetlemiştir.

Esas olan, insanın kaybetmekten korkacağı şeylere sahip olmaması veya bir gün her şeyini kaybedeceği konusunda kendini yetiştirmesidir. Bu ise dünyadan el etek çekmek anlamına gelmemeli ve sadece kalbi duruluğu sağlamak olarak anlaşılmalıdır.

Nihayetinde, Hz. Mevlana’nın söylediği gibi “Ve sonra ölüm gelir, dünyadaki bütün sıkıntıları unutursun!”

Aykut GÜL

Medium: https://aykutgul.medium.com
Youtube: https://www.youtube.com/c/AykutGül
Twitter: https://twitter.com/aykutguldijital

--

--

Aykut Gül

productivity | informatics | learning | agricultural economics | tarım ekonomisi | strateji | eğitim | verimlilik | bilişim | kariyer | kişisel gelişim