Basit Yaşamak

Sıradan olmak, sade yaşamak, orta yolu bulabilmek, huzuru hayatın detaylarında aramak…

Aykut Gül
3 min readMay 8, 2021

Cami avlusundaki kapalı çay ocağında, iftar sonrası, çay ocağını işleten Afgan genç ile kısa bir sohbet, çok şey öğretti. O çay ocağı aynı zamanda onun evi… Ne bir yakını var ne de kalabileceği sıcak bir yuvası. Vatanından uzakta, bir kaç gün sonra gelecek olan bayramı tek başına yapacak. Bayram ziyaretlerini yapamasak da, en azından bir ailemizin var olduğu gerçeği var…

O Afgan genci dinlemek, onun hayatına dair sorular sormak, bir şey yapamasak da sadece ilgilenmek… Acaba kimin daha çok ihtiyacı vardı bu sohbete? Onun mu bizim mi?

Harun Yogurtcu / Unsplash

Aslında bu diyaloglar onun için o kadar değerli ki! Ülkesinden uzakta, kimsenin ilgi göstermediği bu günlerde, en çok ihtiyaç duyduğu şey: İnsan yerine konulmak, değer verilmek ve derdinin paylaşılması… Ama insanlar, kendilerinden bir şey talep edilmesi ihtimaline karşı bir selamı bile esirgiyorlar.

Oradan ayrılırken karmaşık duygular yaşıyorsunuz. Empati, üzüntü, sabır, şükür ve dua… Oruç ayında bunları daha fazla ve derinden hissediyorsunuz.

Camilerin pandemi kısıtlamalarından muaf olması, hem biyolojik hem de manen nefes almamızı sağladı. Cemaatle kılınan namazdan sonra hemen ayrılmayıp, tarihi caminin manevi atmosferinde tek başına, loş ışıkta ve mutlak sessizlikte, son on gün boyunca olamasa da, bir saat itikafa girebilmek de büyük bir fırsat. Sessizlik, anda kalma, okuma, tefekkür, istiğfar ve dua… Sayıya takılmadan, az da olsa hissederek yapabilmek bu manevi yolculuğu. Bir cüz okumak değil ama sindirerek, anlayarak, düşünerek belki bir sayfa ile yetinmek. Aslında açlığın üzerine bunlar konmadığında çok da kuru kalıyor oruç…

Bu en kalabalık şehirde, lüks sitelerin arkasında saklı kalmış mahalle kültürünü hissedebilmek, market zincirlerinde bile çalışanlarla ayak üstü sohbet, ciroları iyice düşen esnafın halini sormak, onların dertlerin paylaşmak, her biri ayrı bir zenginlik… Belki de günlerdir siftah yapamadıkları halde şükredebilmeleri hepimizi utandırmalı…

Jean Carlo Emer / Unsplash

Ramazan ayının son günlerinde, kendimizi kampa çektiğimizi düşünerek, sahip olduklarımıza odaklanmak, şükretmek ve bu hali yılın diğer aylarına da yayabilmek, taşıyabilmek…

İftar sofralarını son derece sade tutmak, önceki günden kalan yemekleri ve ekmekleri öncelikle tüketmek ve hiç bir şeyi asla israf etmemek. Aksi halde oruç, sadece aç kalmaktan ibaret olmaz mı? Esas olan orucu merkeze alıp, inancımızın tüm güzellikleri ile onu süsleyebilmek.

Bir yandan kalbe odaklanıp sessiz derinliklere seyahat ederken, diğer yandan sosyal çevreyi ihmal etmemek, diğergam olmak ve yaraları sarabilmek için fırsat kollamak…

Sankiyedim Camii hikayesinde Adanalı Şakir Efendi’nin yaptığı gibi, en azından bir akşam, iftar masrafını bir hayır kurumuna aktarıp sadece çorba ve hurma ile yetinmek. Sahurda da belki bir bardak süt ve hurma. Gerçekte birçok ailenin, bundan fazlasını iftar sofrasına koyamadığı bilinciyle...

Önyargılardan kurtularak, tüm titr, unvan, makam ve servetin verdiği kibirden arınarak, herkese dokunabilmek, loş bir köşede, tüm gözlerden uzakta hiçliği ve mahviyeti yaşamak.

Son günler, son anlar, muhtemel bin aydan hayırlı bir gece…Değerini bilmek ve mutlaka affedilenlerden olmak lazım…

“Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi, ekip biçip gidecektik.” — Cahit Zarifoğlu

Aykut GÜL

--

--

Aykut Gül

productivity | informatics | learning | agricultural economics | tarım ekonomisi | strateji | eğitim | verimlilik | bilişim | kariyer | kişisel gelişim